
BİR DAĞ MASALI
Baktığı
gökyüzünde yıldızlar bir senfoni yapıyorlardı adeta. O kadar çok ve
muhteşemdiler ki, şaşkın kalmış ve gökyüzünden alamıyordu kendini. Bir yerden
başlamalıydı, kendisi için, insanlık için bir yerden başlamalıydı. Bu kadar
yıldız, bu kadar gökyüzü birilerine anlatılmalı, gösterilmeli hatta
belletilmeliydi. Çünkü umudun bu kadar yerlerde dolaştığı bu dönemde, bu
yıldızlar yol gösterir, umut olur, kör yüreklere diye düşünüyordu.
Bu
yıldızları, bu gökyüzünü gören gözler umudunu yitirir mi hiç? Şu koskoca
kâinatın ortasında yeter ki sen parla, mutlaka bir gören olur. Biz nasıl ki bu
yıldızları görüyoruz, Samanyolu’nu, Kutup Yıldız’ını, Takım Adaları’nı yani
cümle âlemini görüyoruz ya. İçinden geçen ve bağırmak istediği; “biz sizi
görüyoruz, ya siz bizleri, hatta beni görüyor musunuz?” ‘Evet, beni,’ diye
düşündü, iki bin beş yüz metrede kurulan bir kampta kırk kişiden birisiydi ama
kendini farklı görüyordu.
Buraya
önceden de gelmişti ama yıldızlarla bu kadar hiç ilgilenmemişti. Belki de hava
dumanlı olduğu için yıldızları bu kadar açık saçık hiç görmemişti. Uzandığı
yerde hafif ürperse de soğuktan, yine de gözünü alamıyordu yıldızlardan. Onlar
da beni görüyor mu düşüncesine takılmıştı. Onların binlerce yıl uzaktan
geldiklerini biliyordu. ‘Peki, biz yani ben milyonlarca yıl öteye ışık saçıyor
muyuz-m?’ diye düşünüyordu. “Hayatta yıldız olmak lazım,” dedi, kendi kendine.
Sesli düşünmüştü. Böyle düşündüğü için birden irkildi. “yıldız olmak gerek”
düşüncesi onu biraz acıtmıştı. Acaba içinde bir yerlerinde saklı bir “meşhur
olma” düşüncesi mi vardı? Böyle olabilir miydi? Kendinden, kimi zaman şüphe
duymuştu ama o kadar da değil. Bakılan, dinlenen birisi, hep göz önünde olmak
mı istiyordu? Yani popüler olacaktı, takip edilecekti, o bir ikon olacaktı.
Sadece “düşünce” olarak bile korkunçtu. Titredi ve bütün bu düşüncelerin
şaşkınlığıyla, “Aklımdan neler geçiyor?” dedi. “Ben bunları istemiyorum ki. Her
bir insan gibi yıldız olmaktı derdim. Yani popüler bir “yıldız” olmak değil ki
derdim. Şimdilerde herkesin istediği gibi bakılan görülen hep konuşulan olmak
değil derdim,” diye kendi kendini telkin etmeye çalıştı. Derin düşüncelere
dalıp söyleniyordu, aslında bir yıldız olmak zorunda insan, her insan bir
mucize değil miydi? İnsan seçilmiş değil mi? Binlerce sperm içinde başarıyı
sağlayan değil mi? İyi de her insan, insan mı oluyor? İçinden çıkılmaz bir
durumdaydı ve noktayı koydu: “Yıldız olmak lazım!” dedi ve bütün bu düşüncelere
son verdi.
“Ne dedin
anlamadım?” diye bir ses duydu. Yanından gelmişti ses. Bu sesin sahibi fiziği
ile dikkatleri üstüne çeken ve kampın “yıldız”ıydı. Ne zaman yanına oturmuş ve
onunla birlikte yıldızları seyrediyordu, hiç fark etmedi. Kendini
toparladığında kokusunun güzelliğini fark etti ve ancak; “yıldızları saymak
lazım” diyebildi. Gülümsedi güzel Ayça ve “Hangi birini sayacaksın, o kadar çok
ki. Bence ömrümüz yetmez… Ama seni bu işte yalnız bırakmak istemem…”
Binlerce
düşünce aklında yuvarlanıyordu. Kampın en güzel hatunuydu yanındaki ve ona bir
imada bulunmuştu. Arkadaşlarıyla aralarında yapılan seçimde -ki üç arkadaş, üç
sap da denebilir- kampın güzeli olarak onu seçmişlerdi. İçlerinde en yakışıklı
olansa, hemen tasarrufunu yapmış, “Kimse heveslenmesin beyler, ben varken bu
güzel hatunun size bakacağını aklınızdan bile geçirmeniz komik olur.” demişti.
Hak verdiler doğal olarak ve zaten kendisi bu konularda pek aktif değildi. Yani
böyle turlarda yaşanan şeylerin zorlama olduğunu düşünürdü. Yani anlamsız
gelirdi, böyle yerlerde cilveleşmeler. Ayça: “Daldın yine, ne oldu?” diye
uyardı onu. “Şey, yok bir şey…” dedi ve Ayça “Öyle olsun” derken iyice sokuldu,
Dağlar’a. “Biraz üşüdüm de, sakıncası yoktur umarım?” diye sordu. Kekelemeden
cevap vermeye çalışsa da, Ayça heyecanını anladı ve hemen konuyu dönüştürme
çabasıyla: “Haydi başlayalım yıldızları saymaya…” Dağlar sanki bunu bekliyormuş
gibi hemen atıldı:
“Haklısın
hemen başlayalım saymaya…”
Dağlar
Ayça’nın yıldızları sayma işini ciddiye almasına çok sevinmişti. Düşünsenize
yıllardır düşündüğü ve çevresindeki herkese söylediği bir projeydi: “yıldızları
saymak” Evet, bir proje sayılır onun açısından, hep kafasını meşgul eden bir
proje. İmkânsız değildi onun için, yıldızları saymak. Bir yerinden başlamalıydı
saymaya, en azından bir kısmı sayılırdı. ‘Hepsini sayamasak bile, bir kısmını
sayardık,’ diye düşünüyordu. Ama bu projesini kime söylese hep ona
gülüyorlardı. Kimse onu ciddiye almıyordu. “Ulan oğlum işin gücün yok kafa
buluyorsun bizimle!” diyorlardı. Kadınlarsa, “kadınları kandırma yöntemi
herhalde” deyip, “ben varım” diyor ve sayma numarası yapıyorlardı. “Aaa bak şu
yıldız çok güzel” deyip, Dağlar’ın üstüne atlıyorlardı. Anlayacağınız kimse
onun “yıldız sayma” projesini ciddiye almıyordu. Hatta bazıları; “oğlum eşeğin
kuyruğundaki kılları sayarız daha kolay, hem aynı şey demiş ya Hoca!” diye
espri yapıyorlardı. Ki bunlar en çekilmezleriydi. Neyse bunları bir yana
bırakabilir artık. Çünkü gerçekten onunla birlikte yıldızları saymak isteyen
biri vardı. ‘Gerçekten öyle mi, bana şaka yapmadı ya da diğerleri gibi geçiştirmedi
beni değil mi?’ diye düşünmeye başladı. Bütün bu düşüncelerin aklından uçması
için; “evet hemen başlayalım yıldızları saymaya…”
Ayça çaresiz
ama heyecanlı bir sesle: “Nereden başlayalım, o kadar çoklar ve o kadar
güzeller ki…” dedi. Dağlar
hazırlıklıydı, çok önceden bu anı kurguladığından. Hemen cebinden bir çerçeve
çıkardı, yani bir dörtgen, “bir yıldız sayar,” dedi. Gökyüzüne tuttuğu yıldız
sayara, Ayça hayranlıkla bakıyordu. “Şimdi bu kerterizimiz olacak, yani
sabitleyicimiz. Bunun merkezine bir parlak yıldız alacağız ve onun
etrafındakileri saymaya başlayacağız.” Ayça şaşkınlıkla; “sen bu işe epey kafa
yormuşsun anlaşılan.” Birden Dağlar’ın eli ayağı boşaldı. “Yoksa ciddi değil
miydin, yıldızları sayma konusunda?” Terlemeye başlamış, dili damağı kurumaya
başlamıştı. “Hemen alınıyorsun, ben öyle bir şey demedim. Tabii ki yıldızları
saymak istiyorum, seninle!” dedi Ayça. Seninle, kelimesine öyle bastırmıştı ki.
Niyetinin ne olduğu ortaya çıkıyordu. Meselenin yıldız saymak olmadığı, asıl
olanın onunla vakit geçirmek olduğu aşikârdı. Dağlar anlamamış gibi yapmayı
tercih etmişti, yine de; “Bir an yanlış anladım sanırım, çünkü yıldızları
saymaya başlamamız gerek ve buna bir yerden ve bir an önce başlamamız gerek…”
Ayça,
Dağlar’ın bu işi çok ciddiye aldığını fark etti o an. Aslında o, bir oyun
olarak görüyordu yıldız saymayı. Hatta Dağlar’la olan hoşlaşmayı da bir oyun
olarak görüyordu. Kamptaki hoş ve çekici bir tip olan Dağlar’la bu süreçte
eğlenebilirdi. Severdi böyle oynaşmaları, hiç ciddi bir ilişki yaşamamıştı,
yani ilk yaşadığını saymazsak. İlk aşkı, sevgilisi ona bir travma yaşatmıştı.
Kendinden yaşça büyük ve evli olan o adamla, tutkulu bir aşk yaşamıştı. Evli ve
çocuklarının olduğunu bildiği halde bu adama tutulmuş ve tam beş yılını ona
vermişti. Aslında bu ilişkide çok mutluydu Ayça. Bütün kadınlar gibi onun da annelik
libidosu tavan yapınca, adamı zorlamış ve “senden bir çocuk istiyorum” demişti.
İşte ilişkiyi bitiren süreç böylece başlamıştı. Adam “kesinlikle böyle şey
olmaz!” diyordu. Ayça “ben senin çocuğunu doğurmak istiyorum ve soyadını bile
taşımak zorunda değil,” diyordu. Ayça, ısrarla ben bu süreci tek başıma göğüsleyeceğim
dese de, ikna edemedi adamı. Korkmuştu adam ve bunu gören Ayça’nın tutkusu bir
anda yok oldu, söndü gitti. Erkeklerin nasılda korkak olduklarını görmüştü,
anlamıştı. “Gayri Meşru” çocuğa bile cesaretleri yoktu. Ayça bu ilişkiden sonra
bütün erkeklere aynı yaklaşıyordu; erkekler bir oyuncak ve onlarla oynamak
gerek. Evet, Ayça için, artık erkeklerle yaşanan her şey bir oyundu. O da
oyunda eğlenmeye ve zevk almaya bakıyordu.
Dağlar
çerçevenin ortasına parlak bir yıldız bulmuştu. “Bak bu parlak yıldız
kerterizimiz olacak. Onun sayesinde yarın kaldığımız yerden devam edebiliriz.” dedi.
Ayça, “O zaman hemen saymaya başlayalım,”
dedi ve başladı. “Bir, iki, üç…”
Dağlar o
kadar heyecanlıydı ki, yıldızları saymaya gerçekten başlamıştı, buna
inanamıyordu. Kalp atışlarının hızlanışına takıldı ve bu sırada çok eskiden
dinlediği bir masal geldi aklına. Hoş hiç unutmazdı ama kimseye de anlatmazdı.
Ninesi anlatmıştı. Böyle bol yıldızlı bir akşamdı, o günlerde sayı saymayı yeni
öğrenmişti. Ninesine sormuştu, gökyüzünde kaç yıldız vardır, diye. Ninesi de
yıldızların sayısını bilmem ama sayılamayacak kadar hayatları yansıttıklarını
biliyorum, demişti. Dağlar bunun üzerine; nine ben saymaya başlasam yıldızları,
dedi. İşte o zaman ninesi, sana bir masal anlatayım diyerek başlamıştı bu
masalı anlatmaya. Dağlar birden Ayça’ya baktı ve dedi ki; “sen yıldızları
sayarken sana bir masal anlatayım mı?” Ayça, “seni dinlerken ben yıldızları
nasıl sayacağım, bana söyler misin? O zaman ben sana yardım edeyim de bir an
önce bu akşamlık yıldız sayma işini bitirelim.”
Çerçevedeki
bütün yıldızları saydılar. 3849 adet yıldız saymışlardı. “Yoruldun mu?” diye
sordu Dağlar. Ayça; “çok çabuk geçti
sanki, ben bir şey anlamadım, saymaya devam edelim mi?”
“Tamam ama
ben sana ninemin anlattığı masalı anlatayım daha sonra devam ederiz,” diye
ısrar etti Dağlar. Ayça iyice sokulduğu Dağlar’ın yüzüne anlamlı bir bakıştan
sonra, “Anlat o zaman seni dinliyorum,” dedi.
“Ninem ben
yıldızları saymaya karar verdiğim akşam anlattı bu masalı bana. Sende ‘bu akşam’
dedin ya, ‘yıldızları sayalım.’ Bende o nedenle anlatıyorum bu masalı. Çok çok
eskilerde bir çoban varmış. Çobanın adı yokmuş ya da varsa bile kimse
bilmiyormuş. Çobanın kendisi de bilmiyormuş adını, anlayacağın. İşi koyunlara
bakmakmış. Geceleri bile onların yanından ayrılmazmış. Onları en güzel
otlaklara götürürmüş. Her gece otlaklarda, çayırlarda, koyunları ve köpeğiyle
birlikte yalnız başına kalırmış. Koyunlarını o kadar çok severmiş ki onlara tek
tek isim verir ve her gece onları sayar ve isimleriyle çağırırmış.”
“Havanın
açık olduğu gecelerde en sevdiği şeyi yaparmış; yıldızları seyretmek. Gökyüzünü
seyrederken hep aklından geçirirmiş; ‘benim bu koyunlarım gibi bu yıldızların da
sayısını bir bilebilsem. Aslında sayabilirim bu yıldızları. Evet, evet nasıl ki
koyunları sayıyorum her sabah her akşam, yıldızları da sayabilirim.’ Böyle
düşünceleri aklından hep geçiyormuş ama bir türlü yıldızları saymaya başlamamış
ya da başlayamamış. Yine günlerden bir gün, hava o kadar açıkmış ki, adeta
parlıyormuş. İşte o akşam karar vermiş çoban bütün yıldızları saymaya. Bir
yerden başlamalı bu işe, şu köşeden bu köşeden derken, bir türlü karar
verememiş nereden başlayacağına. ‘Böyle kararsız kalırsam bu kadar yıldızla
nasıl baş edeceğim?’ diye düşünürken, köşedeki çok parlak yıldız yanıp sönmeye
başlamış. Şaşkınlıkla bakakalan çoban, gözlerini ovuşturmuş. ‘Göz yanılması
olsa gerek,’ demiş. Ama parlak yıldız yanıp sönmeye devam ediyormuş. Çoban
gördüklerinin gerçek olduğuna ikna olmuş ve tam o sırada, uzaktan ve derinden
bir ses gelmiş; ‘hey çoban beni duyuyor musun?’ Çoban önce anlam verememiş bu
sese ve ses tekrar etmiş aynı sözleri. Çoban çaresizce ‘evet’ diyebilmiş,
ancak. ‘Beni duyuyorsan, artık seninle
konuşma zamanı gelmiş demektir.’ demiş, yanıp sönen yıldız.”
“Çoban bir
şeyler söylemeye çalışsa da yıldız onu susturmuş ve anlatmaya başlamış; ‘bak çoban uzun süredir bizi izliyorsun. Hep
bizi saymak ve isim vermek geçiyor aklından. Ama bir türlü başlamaya cesaret
edemedin. Biz de seni izliyorduk, bakalım ne yapacak diye. Sonunda bu akşam
karar verdin bizleri saymaya. Sonsuz sayıda olan biz yıldızlar, işte senin bu
çabanı takdirle karşılıyoruz. Bu nedenle diğer insanların bilmediği bir şeyi
paylaşmak istiyoruz seninle.’ Çoban çok heyecanlanmış. Duydukları onu şok
etmiştir ama yine de; ‘sizi dinliyorum’ demeyi başarmış. Yanıp sönen yıldız
devam ediyor anlatmaya. ‘Biliyor musun çoban her insanın bir yıldızı vardır
gökyüzünde. Yani dünyada ne kadar insan yaşamışsa gökyüzünde o kadar yıldız
vardır. Her insanın bir yıldızı vardır ve o insan bunu bilse de bilmese de onun
adıyla o yıldız anılır ve onun adına parıldar. İnsan ölüp dünyadan yok olsa
bile onun yıldızı gökyüzünde parıldamaya devam eder.’ Çoban merakla sormuş; ‘peki
kayan yıldızlar, ışığı sönen yıldızlar ne oluyor?’ ‘Bak çoban, insanların yıldızları ne zaman kaybolur
ve kayar biliyor musun? Bir insan ne zaman unutulursa, adını hatırlayanlar
kalmazsa ve insanlığın onu unutmaması için ortada bir sebep yoksa o yıldız da artık
söner ve kayar.’ ‘Peki,’ demiş çoban, ‘ismini unuttuğumuz ama bu dünyada
yaşayan insanların yıldızları da yok olup gidiyor mu?’ Yanıp sönen yıldız, ‘evet,
aynen öyle çoban, bir insan yaptıkları ve yaşadıklarıyla var olur gökyüzünde
yıldız olarak. Onlar unutulursa, onun yıldızı da sönüp gider. Senin yıldızın da
benim çoban. Sen şanslısın, çoğu insan, kendi yıldızıyla değil sohbet etmeyi
onu hiç tanıyamadan yok olup gider. Sen tanıştın benimle, benim adım çoban
yıldızı yani seninle aynı adı taşıyoruz. Ama benim yani senin başka bir ismin
daha var, o da Kutup Yıldızı. Bundan sonra bu ismi kullanmanı istiyorum ve şunu
da unutma ki biz yani seninle ben yolunu kaybetmiş insanlara, kılavuz olacağız.
Yollarını bulmak için hep bize bakacaklar. İnsanların umudu olacağız. Her şeyin
bittiği zamanlarda bile yanarak insanlara yol göstereceğiz. Bunu unutma.’ dedikten
sonra yanıp sönmeye son veren yıldız, öyle bir parlamış ki çoban ne yapacağını
bilememiş. İşte o günden sonra, bak şu karşıda parlak gördüğün yıldızın adı
Çoban Yıldızı yani Kutup Yıldızı olarak kalmış.”
Ayça yarı
uykulu yarı huzur dolu bir ses çıkarmış ama ne söylediği anlaşılmamıştı.
Dağlar, “Aslında ben de bu masalı dinlediğim günden beri kendi yıldızımı
arıyorum, gökyüzünde. Ama benimle konuşan hiçbir yıldız olmadı. Hep kendi
yıldızımın peşinde oldum. Yıldızları sayarken kendi yıldızımı bulurum diye
düşünüyordum. Aslında, belki de yıldız olmak istiyordum. Ve ben gökyüzünde
yerimi almak istiyordum. Her insan bir yıldızdır, biriciktir. Ben de bir
yıldızım, belki şu yıldız belki bu. Mutlaka gökyüzündeki yıldızlardan biriyim.”
Dağlar kendinden geçmişçesine konuşuyordu. Onun konuşmalarını bir ninni gibi
dinleyen Ayça uyumuştu bile. O gece Dağlar yıldızını bulamamıştı belki ama
hayatının kadınını bulmuştu. Ayça ile kamp süresince hiç ayrılmadılar. Kamptaki
son geceyi aynı çadırda geçirdiler ve bir daha ayrılmamaya karar verdiler.
Daha sonra
iki yıldızları dünyaya geldi. Biri erkek diğeri kızdı. Birinin adını Kuzey
diğerini Yıldız koydular. Ama gökyüzündeki yıldızları saymayı hiç unutmadılar.
Şimdi dünyanın bir yerinde çocuklarıyla birlikte yıldızları saymaya devam
ediyorlar.
Çünkü
biliyorlar ki; bunu birileri yapmak zorunda, mutlaka yapılmalı…
Haldun
AÇIKSÖZLÜ
İstanbul-İzmir
Ağustos-Eylül
2010