AŞKIN GÖZLERİ/ DAĞLARA
Çok içmiş olmanın, güzelliklerin ve yüksekliğin sonunda, dorukların eteğinde hüzün ve mutluluk kaplayan yüreğini yatırmıştı. Karma karışıktı kalbi ve beyni. Aklın alamadığı diyarlarda zirve için bir araya gelmişti bu insanlarla. Aslında dağcı sayılmazdı kendisi ve zirve tutkusu sadece yitik aşkının peşine düşmek olarak geliyordu ona. Bütün bu düşüncelerle uyudu, daldı. Soğuk, yükseklerin çisesi ve ıslaklığı uykuyla kaybolmuştu.
“Dağların eteklerinde bol bol çiçekler olur derlerdi de inanmazdım, şimdi yattığım yeri görseler ne kadar şaşırırlardı kim bilir.” Çiçek cümbüşü âdete sarhoş etmişti, bir esrikliği yaşıyordu. Mavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil ve bilmediği binlerce renkten oluşan çiçeklerin cümbüşü içerisinde kendinden geçmişti. Güneşin yüzünü ısıttığını hatta yaktığını hissettiğinde gülümsemeye başladı. Bütün kemikleri ısınsın diye sırt üstü dönmek istedi ama dönemedi. Sanki onu tutan bir şeyler vardı, güneş ve renk cümbüşü öyle güzeldiler ki bırakamıyordu. Bakmak, bakmak doyumsuz bir aşka dönüşmüştü sanki güneşin yakıcı sıcaklığının altında.
Çocukça eğlendiği çayırda, birden durdu. Birisi ona bakıyordu sanki. Sessizce bekledi, adeta nefes almadan kimin ya da neyin ona baktığını görmeye çalıştı. Bu çayırlıkta saklanacak bir yerde yoktu ama bakanı bulamadı. Sonrada çok da önemsemedi, çiçeklerin kokusu, güneşin ısısı, renklerin cümbüşü içerisinde kendinden geçmeye, dans etmeye belki de ayine devam etti. Bir ara güneşin önüne bulutların geçtiğini fark ettiğinde, bir an ürperti sardı içini, üşümekti bu. Güneşe bakmaya çalıştığında orada bir çift göz gördü. Öyle sıcaktı ki bakışları, ama dumanlar olmasa. Dumanlar engel oluyordu o güzel bakışlara…
Ürperti ve üşümeyle uyandı. Çadırdaydı yanındakilerle birlikte, soğuğu, çiseyi ve ıslaklığı değerlendirdiler. Kamp koşullarının zorlukları içinde, acabalar oluşmaya başlamıştı insanlarda. Bir kısmı gün doğduğunda halen böyleyse havalar, biz döneceğiz diyorlardı. Onunla çıkan çok eski dostu ben seninleyim diyordu. Zirve için kırk kişiyle yola çıkmışlardı ama daha ilk etapta dört kişi geri dönmüştü. Soğuk, ıslak ve gevezeliklerin arasında birden gözleri aradı. Bal rengi gözler, onu bir güneş gibi yakan gözler. Onlar neredeydi acaba. Gördüğü rüyadaki gözlerin kamptakilerden birinde olduğunu hatırladı. Gerçekte o gözler vardı diye düşündü ve aniden kalktı, çadırdan kendini dışarı attı. Kamp ateşi yanıyordu ve etrafında insanlar, şarap içip şarkılar söylüyorlardı. Hızla onların yanına gitti ve “bal rengi gözler”i, nereden aklına geldi böyle isimlendirmek bilmiyordu ama içini yakan o gözler olsa olsa bal rengi olurdu diye düşünmüştü ve artık aradığı o gözler onun için “bal gözlü” olmuştu.? O gözleri arıyordu ama maalesef bulamadı ateşin başında. Çaresizleşti, umutsuzluğa kapıldı. Yoksa sadece rüyada mı görmüştü gözleri, bu karmaşıklık içinde şarap içenlere katıldı. Çok eskilerden söylüyorlardı insanlar; “dönülmez akşamın ufkundayız…” diye başlayan şarkı, daha da sıkmıştı boğazını, yüreğini…
İçti, içti, içti… Sonunda gözlerden umudu kesmiş olarak çadıra, soğuğa, ıslaklığa ve gevezeliklere geri döndü. Tek umudu ve sabahın erken olmasındaydı.
Gün ağardığında, çise ve duman yerli yerinde duruyordu. Biraz açılır gibi olsa da bulutlar etrafı kaplamıştı. Soğukla birleşen ıslaklık dayanılmaz hal almıştı. İnsanlar kahvaltılarını yaparken; koşullar dayanılmaz en iyisi geri dönelim, bu şartlarda zirveye çıkamayız, yeterli donanımımız yok, mevsim normallerinin altında bir sıcaklık var, gece zirvede kar yağmış, gibi konuşmalar yapıyorlardı. Liderimiz konuya bir açıklık getirdi; Kahvaltıdan sonra bir toplantı yapılacağını söyledi.
Saat dokuzda herkes kamp ateşinin etrafında toplanmıştı. Homurdanmalar toplantı anına kadar devam etti. Liderimiz Memo yüksek ve sert bir sesle, hem insanları susturdu hem de uyarılarına başladı. Arkadaşlar yola çıkarken bu koşulları biliyordunuz, kimseye ucu yanık mektup yazmadık… Gibi, disipline eden, ağır ithamlarında bulunduğu uzun konuşmasına devam ederken Memo; o, bal rengi gözleri bulurum umuduyla tek tek insanlara bakmaya başladı. Bütün bakışları sanki insanların düşüncelerini ölçermiş edasıyla yapıyordu. Bazıları konuşmalardan rahatsız olmuşlardı, bazılarıysa hak veriyorlardı liderleri Memo’ya. Tek tek bakıyordu ve herkesin ne düşündüğünü görüyordu. Asıl amacını o anda unutmuş ve Memo’nun söyledikleriyle gaza gelmişti. Tam bu sırada içinin ısındığını hissetti. Bir çift göz ona bakıyordu, bunu fark etti. Hatta bakışlarını sola döndürdüğünde onunla göz göze geleceğini biliyordu. Ama o anda bir şey oldu ve dönemiyordu. Çünkü o gözlerle karşı karşıya geldiğinde dönüşü olmayan bir yola gireceğinin bilincindeydi. Kaçtığı bütün aşkları hatırladı o anda. Artık cesareti yoktu yeni bir yenilgiye, her şeyi bitirmiş ve içindeki aşkı; dağlara olan aşkı yaşamak istiyordu. Fakat yaktıkça yakıyordu o bal gözlü bakışlar. İçi ısındıkça rüyada ki çiçeklerin kokusunu duyuyordu. Sanki her şey durmuş ve onun bal rengi gözlerle karşılaşmasını bekliyordu. Önce gözlerini yumdu, sonra sola doğru döndü ve gözlerin açtı. Karşısında bal rengi gözleriyle, güneş gibi yakıcı bakışlarıyla, rüyasında gördüğü karşısındaydı. Göz göze gelmişlerdi ve ikisi de kilitlenmiş gibi kalmışlardı. Ne kadar zaman geçti kim bilir ama Lider Memo’nun; “dönmek isteyenler dönebilir, bu iş bir tutku bir aşk işidir. Dağlara âşıklar, dağların her koşulunu kabul etmiş demektir, ayrılmak isteyenler Kadriye’ye isimlerini yazdırsınlar, soru da istemiyorum, program bellidir ve herkes biliyor. On beş dakika sonra zirveye tırmanış başlayacak, konuşmasıyla kendisine geldi. Bir rüya, bir gerçek iç içe geçmiş anlar diye düşündü. Kendisi zirve konusunda kararlıydı ama bal gözlünün ne yapacağını merak ediyordu.
Son hazırlıklar yapılmış, tırmanışa geçmek için sıraya girmeye başlamıştı insanlar. Bal gözlünün kampı terk etmediğini, yürüyüşe edeceğini büyük bir mutlulukla izledi. Soğuk dağların doruklarına çıkarken yüreğini ısıtacak güneş yanında olacaktı, bunları düşünürken yüreğinin ısındığını hissetti. O gözlere, güzelliğe dalmışken Kadriye’nin konuşmasını duydu; arkadaşlar aramızdan tam on iki arkadaş ayrılma kararı aldı. Böylece, kırk kişi başladığımız zirve maceramıza yirmi dört kişi olarak devam edeceğiz. Bu sırada iki kişinin gülüşmeleri ve bağırmaları duyuldu; “yirmi beş, yirmi altı, artık bizimle birlikte yirmi altı olduk.” Bunlar bu civardaki yaylalara gelip giden yerli insanlardı. Aslında herkese birden bir neşe geldi, bu gençler sayesinde. Bir anda artan neşe, dumana ve soğuğa rağmen zirve yürüyüşünün iyi geçeceğini hissettirdi.
Lider Memo grubun başına geçti ve yürüyüşe başlandı. Hava soğuktu ve yolları duman kaplamıştı. Çiseden ıslanmış çimenler ayakkabıları ıslatıyordu ve yürüyüşü zorlaştırıyordu. Zorluklara rağmen yürüme cesareti gösterenler bir şarkıya başlamışlardı; “dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız…” Büyük bir coşku ve mutlulukla şarkı söylenirken, bal gözlü yanına gelmişti ve onunla konuşmak istemişti. Ama ondan erken davrandı ve konuşmaya o başladı önce; “ne kadar güzel gözleriniz var, insan bakmaya doyamıyor.” Bal gözlü ona teşekkür etti ve; “asıl sizin gözleriniz ne kadar güzel bakıyor, müthiş bir hüzün var gözlerinizde. İlk gece öyle etkiledi ki beni anlatamam. Hem ne kadar güzel hikâyeler anlatıyorsunuz. Çok içten ve samimi bir insan olduğunuz belli. O akşam, sizi ve gözlerinizi seyrettim ama sizin dikkatinizi çekemedim, bir türlü size ulaşamadım.” Hemen bal gözlünün sözünü kesti ve açıklamaya çalıştı; O gece bende sizin gözlerinizi çok aradım, hoş gecenin ilerleyen saatleriydi ama bir umut size ulaşabilirim sandım. Bütün kampı dolaştım ama yoktular.” Bal gözlü dinlenebilme umuduyla uyduğunu söyledi. Oysa ben güzel gözlerini bulurum umuduyla sabaha kadar uyumamıştım, dedi. Bal gözlü sözünü kesip konuyu başka yere taşımak istiyordu sanki; “Çok şey beklemek doğru değil bu hayattan, hüzünlü gözlerin çok anlamlı. Şimdide sana yakın olmak istiyorum, yaşadıklarımızdır bize kalan ve bu hepimiz için yeterli olmalıdır.” Bu sözler tırmanışın zorluklarıyla birleşince daha anlamlı oldu. Anlaşılmaz bir durum vardı sanki, yani ne demekti şimdi bunlar, başlamak üzere olan bir, ne denir bir aşk ya da bir şey, neyse ney ama sonuçta bir yolun başında değimliyiz, diye düşünüyordu. Bir duvar koymak değimliydi bu tür konuşmalar, kafası karışmıştı. Her şeyin altüst olduğunu hissediyordu, sendelemeye başladı yürürken ve tam o sırada imdadına yetişti lider Memo; “Bir mola arkadaşlar, yarım saat dinleniyoruz” diye seslendi. Herkes kendine uygun bir yer bulmuştu, bal gözlü ise onun yanına oturdu. Bir süre sonra birbirlerinin ellerini tutmaya başladılar. Isınan bedenleri birbirine yapışmıştı adeta ve bal gözlü çok güzel sözlere fısıldıyordu kulağına. Sanki her şey ve herkes kaybolmuş ve sadece bu ikisi kalmıştı yeryüzünde. Koklaşmalar, öpüşmeler küçük bir mutluğa dönüşmüştü adeta. Soğuk, çise ve duman onlar için yoktu. Üç bin metre civarındaki bu yakınlaşma ikisinin de içini ısıtmıştı.
Molanın bitmesiyle birlikte tırmanış başladı. Yürüyüş devam etmesiyle birlikte zirveye yaklaşıyorlardı. Zirveye tırmanış onlar için çiçeklerin, böceklerin ve sıcağın içinde geçmişti adeta. Hiç hissetmemişlerdi zorlukları, zirve yürüyüşü onlar için bir mutluluk olmuştu. Sanki kısacık bir an içinde gelmişlerdi, akşam dinlenecekleri ve çadırları kuracakları yere.
Çadırlar kurulmaya başladığında Memo uyardı; az çadırlarda çokça beraber yatalım ki, ısılarımızı ortaklaştıralım. Daha sonra bulunan mevkiinin nesri olduğunu anlattı. Tarihi önemini, çağlar öncesinden burarlın geçiş bölgesi olarak kullanıldığını, buraya kadar olan bütün bölgenin insanlar tarafından kullanıldığını, ancak yarınki güzergâh ve zirvenin çok kullanılmadığını anlattı. Yarın zirve yürüyüşü yapacaklar ayrıcalıklıdırlar, diyordu. Bütün bunları dinlerken zirve yürüyüşündeki insanlar, kararsızlıklarıyla sıkıntı yaşıyorlardı. Kendisi sadece ve sadece bal gözlünün son sözlerini düşünüyordu. Mola yerine gelindiğinde kulağına; yaşadıklarımız çok güzeldi ve burada ve bu kadar kalmalı, gözlerin ve hüznün çok güzeldi. Yaşadıklarımızı unutma, sonrası olmayan aşklar hep kalır akıllarda, teşekkür ederim her şey için. Ne demekti bütün bunlar, bu kadar çabuk bitebilir miydi, yoksa hiç başlamamıştı da ona mı öyle gelmişti? Hayatı hep bu acıları yaşamakla geçiyordu. Asıl olan hayattır diyordu ama onu o gözleri, o yakıcı bakışları ve son cümleyi unutamıyordu. Bu düşüncelerin içinde, alkolünde etkisiyle dalmıştı. Uyandığında dudaklarını üstünde bir öpücük hissetti. Bal gözlü yanındaydı, birlikte uyanıyorlardı. Aşkım haydi kalk, bak hava çok güzel bugün, bahçede kahvaltımızı yapalım. Cevap vermek istiyordu fakat konuşamıyordu. Bal gözlü sofrayı hazırlamıştı bile ve o bahçede yeşilliklerin ve çiçeklerin arasında sofrada oturuyordu şimdi… Sadece gözlerinin gördüğü bu duruma anlam veremedi. Olup biten her şey sadece seyirlik bir film gibi gözlerinin önünden akıp gitti…
Lider Memo’nun zirveciler uyanın bakalım, çok istediğiniz şeyi bugün yaşayacaksınız. Hafif bir kahvaltıdan sonra yola çıkıyoruz, acele edin. Bu seslerle uyandığında, çadırda sarmaş dolaş yattığı beş kişiyi gördü. Son güne hoş geldin, dedi. Sürprizlere gebe bir günün sabahı ne kadar güzel, diye yorumladı. Bal gözlüyü düşünüyordu şimdi. Nasıl onun yalnızlığını perçinlediğini düşündü. Adeta yalnızlığını sağlamasını almıştı bal gözlüyle yaşadıklarıyla. Zaten bir anlamı kalmamış hayatının, zirvesini yaşıyordu. Bütün bunları yürüyüşe hazırlanırken düşünüyordu. Kadriye, kamptan ayrılan diğer arkadaşların sonunda sadece on üç kişi kaldık. Havanın da güzel olmasıyla birlikte zirveye çıkışımız çok keyifli olacak. Dönenler bu güzellikleri kaybettiler. Memo, kalan sağlar bizimdir arkadaşlar, hazırsak çıkalım yola. Herkes büyük bir memnuniyetle hazırız, evet, şimdi gibi sesler çıkardılar.
Bal gözlü ondan uzak durmaya çalışıyordu sanki. Acı çekmek istemeyen bir insandı o. Oysa ne kadar acı çekmişti kendisi. Hayatı acıların içinde yoğrulmuştu. İhanetler görmüş, terk edilmeler yaşamış, en sevdiği insanlar gözlerinin önünde ölmüştü. Kendisin bir yıkıntı olarak görüyordu şimdi. Üç bin beş yüz metrede bile bunları düşünüyor olması ne garipti. Çok tehlikeli olmayan güzergâhta, hep bal gözlüyü izliyordu. Bir ara yakınlaştığında, bende bir emanetin var, uygun bir zamanda sana ileteceğim, dedi. Bal gözlü, anlamadım ne emaneti dediyse de, oralı olmadan tırmanışa devam etti.
Üç bin dokuz yüz metrede son molalarını verdiklerinde çok gergindi. Dört saatlik bir yürüyüşle gelmişlerdi. Uzun bir etaptı ama Memo’nun dediğine göre iki saat sonra zirvede olacaklardı. Pet şişeye hazırladığı rakı ve su karışımını içmeye devam ederken, planlarını tamamlamıştı. Onu terk etmeyen dostu, konuşmaya çalışsa da pek yüz vermiyordu. Sadece leblebiyle bir şişe rakıyı nerdeyse bitirmişti. Bal gözlü meraklı bakışlarla ona bakıyor ve sanki konuşmak istiyordu ama onun hiç konuşmaya hiç niyeti yoktu. Haydi bakalım zirveye çıkışın son etabı başlıyor, dedi Memo. On üç kişi yola devam etmek için katlılar. Yürüyüş sırasında küçük bir buzul, tehlikeli bir yamaç geçildi. Ama manzara muhteşemdi, yükseklik artıkça insan kendisini daha güçlü hissediyordu. Niethce’yi daha iyi anlıyordu şimdi. Zerdüşt olmanın yolu, buralara çıkmaktı. İki saate yakın yürüyüşten sonra zirveye ulaştılar. Memo arkadaşlar Kaçkar Dağlarının en yüksek noktasına ulaşmış bulunuyoruz. Burası tam dört bin yüz yetmiş sekiz metre yüksekliğidir. Herkes fotoğraflar çektiriyordu, bir anı kalsın bu zirveden diye.
Biliyor musunuz? Diye yüksek bir sesle girdi ve herkesi susturdu. Zirvedeyken, zirveyi görmeniz mümkün değildir. Ayrıca ne kadar güzel fotoğraf çekerseniz çekin, şu gözlerimizin gördüğü kadar güzel olamazlar. Çünkü gözler gerçektir. Bu konuşmaları yaparken elindeki büyük bıçağı sağa sola sallıyordu. Bu halde konuşmaya devam etti; Bu gözler çok şeyler gördü, hepsi gerçekti, yalanı, riyayı, ihaneti, ölümü, dalkavukluğu, güzeli, çirkini, inanılmazı evet şimdiki gibi inanılmazı gördü. Konuşurken bal gözlünün yanına kadar gelmişti. Her kes bu konuşmalardan tedirgin olmuştu. Bal gözlü hem tedirgin olmuş, hem de rahatsız olmuştu.
Bal gözlünün elini tuttu. Bu güzel insan bana hayatımı, bütün çıplaklığıyla tekrar hatırlattı. Bilirsiniz insanoğlunun gerçekleri anlaması için birkaç kez tekrarlaması gerekir, ki bu benim son komedyama şahit oluyorsunuz. Sanki bir oyuncu gibi tiradına devam etti. Bal gözlü kadının bende bir emaneti var. Çünkü bunların benim için bir gereği kalmadı. Bana lazım değil bunlar artık, güneş beni yakmayacaksa görmenin hiçbir anlamı yok benim için… Bunları konuşurken bir çırpıda elindeki bıçakla, hiç tereddüt etmeden, önce bir gözünü sonrada diğerini çıkardı. Bu dehşet anı o kadar kısa sürmüştü ki kimse bir şey yapamadı, yapamazdı. İki gözünü de elinde tutarken, her başlangıç aslında bir sondur, bunlar senin, dedi ve bal gözlünün eline bıraktı gözlerini. Üzgünüm, görmeye tahammülüm kalmamıştı, zirvedeyken zirveyi göremiyormuş insan, bunu daha iyi anladım şimdi, dedi ve kendini zirveden boşluğa bıraktı. Hiçbir acı çığlığı çıkarmadı. Sadece çarpma sesleri duyulduğunda, çığlık çığlığa bağırmalar, ağlaşmalar olduysa da, herkes en başta da bal gözlü biliyordu, ölenler ölmüşlerdi ve geri gelemezlerdi, yaşananlar yaşanmıştı ve yaşanmamışlarda yaşanamamışlar olarak kalacaktı. Zamanı geriye almak mümkün değildir. Ölüme bir anlam verdiğini düşünmek ve elindeki gözlerle hayatı devam ettirmek artık bal gözlüye kalmıştı.
Dağlara adanmış bütün aşklar gibi bu yaşanmışlıkta dağların zirvesinde bitmişti.
Ağustos-Eylül 2009
Çamlıhemşin-İzmir
Haldun AÇIKSÖZLÜ
Çok içmiş olmanın, güzelliklerin ve yüksekliğin sonunda, dorukların eteğinde hüzün ve mutluluk kaplayan yüreğini yatırmıştı. Karma karışıktı kalbi ve beyni. Aklın alamadığı diyarlarda zirve için bir araya gelmişti bu insanlarla. Aslında dağcı sayılmazdı kendisi ve zirve tutkusu sadece yitik aşkının peşine düşmek olarak geliyordu ona. Bütün bu düşüncelerle uyudu, daldı. Soğuk, yükseklerin çisesi ve ıslaklığı uykuyla kaybolmuştu.
“Dağların eteklerinde bol bol çiçekler olur derlerdi de inanmazdım, şimdi yattığım yeri görseler ne kadar şaşırırlardı kim bilir.” Çiçek cümbüşü âdete sarhoş etmişti, bir esrikliği yaşıyordu. Mavi, kırmızı, sarı, mor, yeşil ve bilmediği binlerce renkten oluşan çiçeklerin cümbüşü içerisinde kendinden geçmişti. Güneşin yüzünü ısıttığını hatta yaktığını hissettiğinde gülümsemeye başladı. Bütün kemikleri ısınsın diye sırt üstü dönmek istedi ama dönemedi. Sanki onu tutan bir şeyler vardı, güneş ve renk cümbüşü öyle güzeldiler ki bırakamıyordu. Bakmak, bakmak doyumsuz bir aşka dönüşmüştü sanki güneşin yakıcı sıcaklığının altında.
Çocukça eğlendiği çayırda, birden durdu. Birisi ona bakıyordu sanki. Sessizce bekledi, adeta nefes almadan kimin ya da neyin ona baktığını görmeye çalıştı. Bu çayırlıkta saklanacak bir yerde yoktu ama bakanı bulamadı. Sonrada çok da önemsemedi, çiçeklerin kokusu, güneşin ısısı, renklerin cümbüşü içerisinde kendinden geçmeye, dans etmeye belki de ayine devam etti. Bir ara güneşin önüne bulutların geçtiğini fark ettiğinde, bir an ürperti sardı içini, üşümekti bu. Güneşe bakmaya çalıştığında orada bir çift göz gördü. Öyle sıcaktı ki bakışları, ama dumanlar olmasa. Dumanlar engel oluyordu o güzel bakışlara…
Ürperti ve üşümeyle uyandı. Çadırdaydı yanındakilerle birlikte, soğuğu, çiseyi ve ıslaklığı değerlendirdiler. Kamp koşullarının zorlukları içinde, acabalar oluşmaya başlamıştı insanlarda. Bir kısmı gün doğduğunda halen böyleyse havalar, biz döneceğiz diyorlardı. Onunla çıkan çok eski dostu ben seninleyim diyordu. Zirve için kırk kişiyle yola çıkmışlardı ama daha ilk etapta dört kişi geri dönmüştü. Soğuk, ıslak ve gevezeliklerin arasında birden gözleri aradı. Bal rengi gözler, onu bir güneş gibi yakan gözler. Onlar neredeydi acaba. Gördüğü rüyadaki gözlerin kamptakilerden birinde olduğunu hatırladı. Gerçekte o gözler vardı diye düşündü ve aniden kalktı, çadırdan kendini dışarı attı. Kamp ateşi yanıyordu ve etrafında insanlar, şarap içip şarkılar söylüyorlardı. Hızla onların yanına gitti ve “bal rengi gözler”i, nereden aklına geldi böyle isimlendirmek bilmiyordu ama içini yakan o gözler olsa olsa bal rengi olurdu diye düşünmüştü ve artık aradığı o gözler onun için “bal gözlü” olmuştu.? O gözleri arıyordu ama maalesef bulamadı ateşin başında. Çaresizleşti, umutsuzluğa kapıldı. Yoksa sadece rüyada mı görmüştü gözleri, bu karmaşıklık içinde şarap içenlere katıldı. Çok eskilerden söylüyorlardı insanlar; “dönülmez akşamın ufkundayız…” diye başlayan şarkı, daha da sıkmıştı boğazını, yüreğini…
İçti, içti, içti… Sonunda gözlerden umudu kesmiş olarak çadıra, soğuğa, ıslaklığa ve gevezeliklere geri döndü. Tek umudu ve sabahın erken olmasındaydı.
Gün ağardığında, çise ve duman yerli yerinde duruyordu. Biraz açılır gibi olsa da bulutlar etrafı kaplamıştı. Soğukla birleşen ıslaklık dayanılmaz hal almıştı. İnsanlar kahvaltılarını yaparken; koşullar dayanılmaz en iyisi geri dönelim, bu şartlarda zirveye çıkamayız, yeterli donanımımız yok, mevsim normallerinin altında bir sıcaklık var, gece zirvede kar yağmış, gibi konuşmalar yapıyorlardı. Liderimiz konuya bir açıklık getirdi; Kahvaltıdan sonra bir toplantı yapılacağını söyledi.
Saat dokuzda herkes kamp ateşinin etrafında toplanmıştı. Homurdanmalar toplantı anına kadar devam etti. Liderimiz Memo yüksek ve sert bir sesle, hem insanları susturdu hem de uyarılarına başladı. Arkadaşlar yola çıkarken bu koşulları biliyordunuz, kimseye ucu yanık mektup yazmadık… Gibi, disipline eden, ağır ithamlarında bulunduğu uzun konuşmasına devam ederken Memo; o, bal rengi gözleri bulurum umuduyla tek tek insanlara bakmaya başladı. Bütün bakışları sanki insanların düşüncelerini ölçermiş edasıyla yapıyordu. Bazıları konuşmalardan rahatsız olmuşlardı, bazılarıysa hak veriyorlardı liderleri Memo’ya. Tek tek bakıyordu ve herkesin ne düşündüğünü görüyordu. Asıl amacını o anda unutmuş ve Memo’nun söyledikleriyle gaza gelmişti. Tam bu sırada içinin ısındığını hissetti. Bir çift göz ona bakıyordu, bunu fark etti. Hatta bakışlarını sola döndürdüğünde onunla göz göze geleceğini biliyordu. Ama o anda bir şey oldu ve dönemiyordu. Çünkü o gözlerle karşı karşıya geldiğinde dönüşü olmayan bir yola gireceğinin bilincindeydi. Kaçtığı bütün aşkları hatırladı o anda. Artık cesareti yoktu yeni bir yenilgiye, her şeyi bitirmiş ve içindeki aşkı; dağlara olan aşkı yaşamak istiyordu. Fakat yaktıkça yakıyordu o bal gözlü bakışlar. İçi ısındıkça rüyada ki çiçeklerin kokusunu duyuyordu. Sanki her şey durmuş ve onun bal rengi gözlerle karşılaşmasını bekliyordu. Önce gözlerini yumdu, sonra sola doğru döndü ve gözlerin açtı. Karşısında bal rengi gözleriyle, güneş gibi yakıcı bakışlarıyla, rüyasında gördüğü karşısındaydı. Göz göze gelmişlerdi ve ikisi de kilitlenmiş gibi kalmışlardı. Ne kadar zaman geçti kim bilir ama Lider Memo’nun; “dönmek isteyenler dönebilir, bu iş bir tutku bir aşk işidir. Dağlara âşıklar, dağların her koşulunu kabul etmiş demektir, ayrılmak isteyenler Kadriye’ye isimlerini yazdırsınlar, soru da istemiyorum, program bellidir ve herkes biliyor. On beş dakika sonra zirveye tırmanış başlayacak, konuşmasıyla kendisine geldi. Bir rüya, bir gerçek iç içe geçmiş anlar diye düşündü. Kendisi zirve konusunda kararlıydı ama bal gözlünün ne yapacağını merak ediyordu.
Son hazırlıklar yapılmış, tırmanışa geçmek için sıraya girmeye başlamıştı insanlar. Bal gözlünün kampı terk etmediğini, yürüyüşe edeceğini büyük bir mutlulukla izledi. Soğuk dağların doruklarına çıkarken yüreğini ısıtacak güneş yanında olacaktı, bunları düşünürken yüreğinin ısındığını hissetti. O gözlere, güzelliğe dalmışken Kadriye’nin konuşmasını duydu; arkadaşlar aramızdan tam on iki arkadaş ayrılma kararı aldı. Böylece, kırk kişi başladığımız zirve maceramıza yirmi dört kişi olarak devam edeceğiz. Bu sırada iki kişinin gülüşmeleri ve bağırmaları duyuldu; “yirmi beş, yirmi altı, artık bizimle birlikte yirmi altı olduk.” Bunlar bu civardaki yaylalara gelip giden yerli insanlardı. Aslında herkese birden bir neşe geldi, bu gençler sayesinde. Bir anda artan neşe, dumana ve soğuğa rağmen zirve yürüyüşünün iyi geçeceğini hissettirdi.
Lider Memo grubun başına geçti ve yürüyüşe başlandı. Hava soğuktu ve yolları duman kaplamıştı. Çiseden ıslanmış çimenler ayakkabıları ıslatıyordu ve yürüyüşü zorlaştırıyordu. Zorluklara rağmen yürüme cesareti gösterenler bir şarkıya başlamışlardı; “dostların arasındayız, güneşin sofrasındayız…” Büyük bir coşku ve mutlulukla şarkı söylenirken, bal gözlü yanına gelmişti ve onunla konuşmak istemişti. Ama ondan erken davrandı ve konuşmaya o başladı önce; “ne kadar güzel gözleriniz var, insan bakmaya doyamıyor.” Bal gözlü ona teşekkür etti ve; “asıl sizin gözleriniz ne kadar güzel bakıyor, müthiş bir hüzün var gözlerinizde. İlk gece öyle etkiledi ki beni anlatamam. Hem ne kadar güzel hikâyeler anlatıyorsunuz. Çok içten ve samimi bir insan olduğunuz belli. O akşam, sizi ve gözlerinizi seyrettim ama sizin dikkatinizi çekemedim, bir türlü size ulaşamadım.” Hemen bal gözlünün sözünü kesti ve açıklamaya çalıştı; O gece bende sizin gözlerinizi çok aradım, hoş gecenin ilerleyen saatleriydi ama bir umut size ulaşabilirim sandım. Bütün kampı dolaştım ama yoktular.” Bal gözlü dinlenebilme umuduyla uyduğunu söyledi. Oysa ben güzel gözlerini bulurum umuduyla sabaha kadar uyumamıştım, dedi. Bal gözlü sözünü kesip konuyu başka yere taşımak istiyordu sanki; “Çok şey beklemek doğru değil bu hayattan, hüzünlü gözlerin çok anlamlı. Şimdide sana yakın olmak istiyorum, yaşadıklarımızdır bize kalan ve bu hepimiz için yeterli olmalıdır.” Bu sözler tırmanışın zorluklarıyla birleşince daha anlamlı oldu. Anlaşılmaz bir durum vardı sanki, yani ne demekti şimdi bunlar, başlamak üzere olan bir, ne denir bir aşk ya da bir şey, neyse ney ama sonuçta bir yolun başında değimliyiz, diye düşünüyordu. Bir duvar koymak değimliydi bu tür konuşmalar, kafası karışmıştı. Her şeyin altüst olduğunu hissediyordu, sendelemeye başladı yürürken ve tam o sırada imdadına yetişti lider Memo; “Bir mola arkadaşlar, yarım saat dinleniyoruz” diye seslendi. Herkes kendine uygun bir yer bulmuştu, bal gözlü ise onun yanına oturdu. Bir süre sonra birbirlerinin ellerini tutmaya başladılar. Isınan bedenleri birbirine yapışmıştı adeta ve bal gözlü çok güzel sözlere fısıldıyordu kulağına. Sanki her şey ve herkes kaybolmuş ve sadece bu ikisi kalmıştı yeryüzünde. Koklaşmalar, öpüşmeler küçük bir mutluğa dönüşmüştü adeta. Soğuk, çise ve duman onlar için yoktu. Üç bin metre civarındaki bu yakınlaşma ikisinin de içini ısıtmıştı.
Molanın bitmesiyle birlikte tırmanış başladı. Yürüyüş devam etmesiyle birlikte zirveye yaklaşıyorlardı. Zirveye tırmanış onlar için çiçeklerin, böceklerin ve sıcağın içinde geçmişti adeta. Hiç hissetmemişlerdi zorlukları, zirve yürüyüşü onlar için bir mutluluk olmuştu. Sanki kısacık bir an içinde gelmişlerdi, akşam dinlenecekleri ve çadırları kuracakları yere.
Çadırlar kurulmaya başladığında Memo uyardı; az çadırlarda çokça beraber yatalım ki, ısılarımızı ortaklaştıralım. Daha sonra bulunan mevkiinin nesri olduğunu anlattı. Tarihi önemini, çağlar öncesinden burarlın geçiş bölgesi olarak kullanıldığını, buraya kadar olan bütün bölgenin insanlar tarafından kullanıldığını, ancak yarınki güzergâh ve zirvenin çok kullanılmadığını anlattı. Yarın zirve yürüyüşü yapacaklar ayrıcalıklıdırlar, diyordu. Bütün bunları dinlerken zirve yürüyüşündeki insanlar, kararsızlıklarıyla sıkıntı yaşıyorlardı. Kendisi sadece ve sadece bal gözlünün son sözlerini düşünüyordu. Mola yerine gelindiğinde kulağına; yaşadıklarımız çok güzeldi ve burada ve bu kadar kalmalı, gözlerin ve hüznün çok güzeldi. Yaşadıklarımızı unutma, sonrası olmayan aşklar hep kalır akıllarda, teşekkür ederim her şey için. Ne demekti bütün bunlar, bu kadar çabuk bitebilir miydi, yoksa hiç başlamamıştı da ona mı öyle gelmişti? Hayatı hep bu acıları yaşamakla geçiyordu. Asıl olan hayattır diyordu ama onu o gözleri, o yakıcı bakışları ve son cümleyi unutamıyordu. Bu düşüncelerin içinde, alkolünde etkisiyle dalmıştı. Uyandığında dudaklarını üstünde bir öpücük hissetti. Bal gözlü yanındaydı, birlikte uyanıyorlardı. Aşkım haydi kalk, bak hava çok güzel bugün, bahçede kahvaltımızı yapalım. Cevap vermek istiyordu fakat konuşamıyordu. Bal gözlü sofrayı hazırlamıştı bile ve o bahçede yeşilliklerin ve çiçeklerin arasında sofrada oturuyordu şimdi… Sadece gözlerinin gördüğü bu duruma anlam veremedi. Olup biten her şey sadece seyirlik bir film gibi gözlerinin önünden akıp gitti…
Lider Memo’nun zirveciler uyanın bakalım, çok istediğiniz şeyi bugün yaşayacaksınız. Hafif bir kahvaltıdan sonra yola çıkıyoruz, acele edin. Bu seslerle uyandığında, çadırda sarmaş dolaş yattığı beş kişiyi gördü. Son güne hoş geldin, dedi. Sürprizlere gebe bir günün sabahı ne kadar güzel, diye yorumladı. Bal gözlüyü düşünüyordu şimdi. Nasıl onun yalnızlığını perçinlediğini düşündü. Adeta yalnızlığını sağlamasını almıştı bal gözlüyle yaşadıklarıyla. Zaten bir anlamı kalmamış hayatının, zirvesini yaşıyordu. Bütün bunları yürüyüşe hazırlanırken düşünüyordu. Kadriye, kamptan ayrılan diğer arkadaşların sonunda sadece on üç kişi kaldık. Havanın da güzel olmasıyla birlikte zirveye çıkışımız çok keyifli olacak. Dönenler bu güzellikleri kaybettiler. Memo, kalan sağlar bizimdir arkadaşlar, hazırsak çıkalım yola. Herkes büyük bir memnuniyetle hazırız, evet, şimdi gibi sesler çıkardılar.
Bal gözlü ondan uzak durmaya çalışıyordu sanki. Acı çekmek istemeyen bir insandı o. Oysa ne kadar acı çekmişti kendisi. Hayatı acıların içinde yoğrulmuştu. İhanetler görmüş, terk edilmeler yaşamış, en sevdiği insanlar gözlerinin önünde ölmüştü. Kendisin bir yıkıntı olarak görüyordu şimdi. Üç bin beş yüz metrede bile bunları düşünüyor olması ne garipti. Çok tehlikeli olmayan güzergâhta, hep bal gözlüyü izliyordu. Bir ara yakınlaştığında, bende bir emanetin var, uygun bir zamanda sana ileteceğim, dedi. Bal gözlü, anlamadım ne emaneti dediyse de, oralı olmadan tırmanışa devam etti.
Üç bin dokuz yüz metrede son molalarını verdiklerinde çok gergindi. Dört saatlik bir yürüyüşle gelmişlerdi. Uzun bir etaptı ama Memo’nun dediğine göre iki saat sonra zirvede olacaklardı. Pet şişeye hazırladığı rakı ve su karışımını içmeye devam ederken, planlarını tamamlamıştı. Onu terk etmeyen dostu, konuşmaya çalışsa da pek yüz vermiyordu. Sadece leblebiyle bir şişe rakıyı nerdeyse bitirmişti. Bal gözlü meraklı bakışlarla ona bakıyor ve sanki konuşmak istiyordu ama onun hiç konuşmaya hiç niyeti yoktu. Haydi bakalım zirveye çıkışın son etabı başlıyor, dedi Memo. On üç kişi yola devam etmek için katlılar. Yürüyüş sırasında küçük bir buzul, tehlikeli bir yamaç geçildi. Ama manzara muhteşemdi, yükseklik artıkça insan kendisini daha güçlü hissediyordu. Niethce’yi daha iyi anlıyordu şimdi. Zerdüşt olmanın yolu, buralara çıkmaktı. İki saate yakın yürüyüşten sonra zirveye ulaştılar. Memo arkadaşlar Kaçkar Dağlarının en yüksek noktasına ulaşmış bulunuyoruz. Burası tam dört bin yüz yetmiş sekiz metre yüksekliğidir. Herkes fotoğraflar çektiriyordu, bir anı kalsın bu zirveden diye.
Biliyor musunuz? Diye yüksek bir sesle girdi ve herkesi susturdu. Zirvedeyken, zirveyi görmeniz mümkün değildir. Ayrıca ne kadar güzel fotoğraf çekerseniz çekin, şu gözlerimizin gördüğü kadar güzel olamazlar. Çünkü gözler gerçektir. Bu konuşmaları yaparken elindeki büyük bıçağı sağa sola sallıyordu. Bu halde konuşmaya devam etti; Bu gözler çok şeyler gördü, hepsi gerçekti, yalanı, riyayı, ihaneti, ölümü, dalkavukluğu, güzeli, çirkini, inanılmazı evet şimdiki gibi inanılmazı gördü. Konuşurken bal gözlünün yanına kadar gelmişti. Her kes bu konuşmalardan tedirgin olmuştu. Bal gözlü hem tedirgin olmuş, hem de rahatsız olmuştu.
Bal gözlünün elini tuttu. Bu güzel insan bana hayatımı, bütün çıplaklığıyla tekrar hatırlattı. Bilirsiniz insanoğlunun gerçekleri anlaması için birkaç kez tekrarlaması gerekir, ki bu benim son komedyama şahit oluyorsunuz. Sanki bir oyuncu gibi tiradına devam etti. Bal gözlü kadının bende bir emaneti var. Çünkü bunların benim için bir gereği kalmadı. Bana lazım değil bunlar artık, güneş beni yakmayacaksa görmenin hiçbir anlamı yok benim için… Bunları konuşurken bir çırpıda elindeki bıçakla, hiç tereddüt etmeden, önce bir gözünü sonrada diğerini çıkardı. Bu dehşet anı o kadar kısa sürmüştü ki kimse bir şey yapamadı, yapamazdı. İki gözünü de elinde tutarken, her başlangıç aslında bir sondur, bunlar senin, dedi ve bal gözlünün eline bıraktı gözlerini. Üzgünüm, görmeye tahammülüm kalmamıştı, zirvedeyken zirveyi göremiyormuş insan, bunu daha iyi anladım şimdi, dedi ve kendini zirveden boşluğa bıraktı. Hiçbir acı çığlığı çıkarmadı. Sadece çarpma sesleri duyulduğunda, çığlık çığlığa bağırmalar, ağlaşmalar olduysa da, herkes en başta da bal gözlü biliyordu, ölenler ölmüşlerdi ve geri gelemezlerdi, yaşananlar yaşanmıştı ve yaşanmamışlarda yaşanamamışlar olarak kalacaktı. Zamanı geriye almak mümkün değildir. Ölüme bir anlam verdiğini düşünmek ve elindeki gözlerle hayatı devam ettirmek artık bal gözlüye kalmıştı.
Dağlara adanmış bütün aşklar gibi bu yaşanmışlıkta dağların zirvesinde bitmişti.
Ağustos-Eylül 2009
Çamlıhemşin-İzmir
Haldun AÇIKSÖZLÜ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder