26 Mayıs 2016 Perşembe

merhamet

6 Mayıs 2016 Cuma

MERHAMET


Şiddetin bu kadar meşru ve alenen olduğu yerde merhametten bahsetmek biraz romantik kaçıyor sanırım.
Merhametin ne olduğunu unutan bizler, kelime anlamını hatırlayalım en azından.  Türk Dil Kurumu Arapça kökenli bu kelimeyi şöyle açıklıyor; Bir kimsenin veya bir başka canlının karşılaştığı kötü durumdan dolayı duyulan üzüntü, acıma.
1996 yılında yaptığımız bir oyun vardı adı “Yüzünü Yitiren Şehir”. Bu oyunun başlangıcında iki dilenci, sokak insanı; ekmekle kumaşı paylaşmaya çalışıyorlar ama beceremedikleri için birbirlerini boğazlıyorlardı. Onlar birbirini boğazlarken bir sokak çalgıcısı bağırıyordu; “merhameeeet, merhameeet… Merhamet yok insandan insana, merhamet…”
Biz bu girişle birlikte yüzlerini yitiren şehirleri anlatmaya çalıştık. Hiroşima, Sivas, Kalküta vb. Şehirler yüzlerini yitirirken biz insanlarda merhametimizi yitiriyorduk aslında. Yiten yüzler bizimdi ve oyunun broşüründe şunları söylüyorduk;

YÜZLERİMİZİ ARIYORUZ
Sabah kalktığınızda aynaya bakıp yüzünüzü bulabiliyor musunuz?
Böyle bir ülkede, böyle bir dünyada yaşıyor olmaktan dolayı utanmıyor musunuz?
Arsızca yüzünüze bakabiliyor musunuz?
Gözümüzün önünde insanlar katlediliyor, köyler boşaltılıyor, yakılıyor, kan gözyaşına karışıyor ve insanları boğuluyor, yüzsüzleştiriliyor.
Her şey ama her şey olağan hale geliyor.
Şehirler yok ediliyor...
Kentler, köyler ve insanlar yakılıyor.
Artık ortası yok, ya seyirciyiz bu vahşetin ortasında, sırasını bekleyenler olarak ya da öfkesini örgütleyip barbarlığın karşısında ezilenlerden yana saf tutup taraf olmaktayız.
Ortası yok yaşamımızın ya barbarlık gelecek ya da...
Barbarların hüküm sürdüğü bir dünyada yaşıyoruz ve insanların yüzünü yitirdiğini görüyoruz.
Herkesin susup fotoların konuştuğu bir dönemi yaşıyoruz.
Medyanın yargılayıp, burjuvazi (devlet) adına infaz ettiği günümüzde yüzlerimiz gittikçe kayboluyor ve yitiyor.
Yeni bir oyunla ölümlere ağıt yakıyoruz, yok olan kentlerin ardından şiirler yazıyoruz.
Yüzünü Yitiren Şehir adlı oyunumuz, bütün dünyada yüzü kaybolmakta olan şehirlerdeki ölümlere bir ağıt yakıp, ölümü seçen ölümsüzlere saygıyla bitiyor.
Nazım Hikmet'in şiirlerinden yola çıkarak hazırladığımız bu oyun, oyunculuk performansı üzerine bir çalışmadır aynı zamanda. Uzumda yalnız kalanların hikâyesi, yok olan kentlerin ortasında yüzleşen oyuncuyu ve seyirciyi betimlemektedir.”

O dönemde birçok engelleme ve mahkemelere rağmen sanırım yetmiş gösteri yapmışızdır.
Yıllar sonra yani tam on yıl sonra 2006 yılında “Merhamet” adlı bir sokak oyunu yaptık. Ankara Tiyatro Festivalinin açılış oyunu olarak hazırlamıştık.
“Memed’ten Memed’e merhamet yok’” çığlıklarıyla Ankara ve İzmir sokaklarında sergiledik. Oyunumuzu şöyle tanıtmıştık;
“Töreler insan hayatının yaşam kaynaklarıdır, aynı zamanda da ölüm kaynaklarıdır.
“Suç ve Ceza” hep sorgulana gelmiştir toplumsal hayatımız boyunca ve nedense suçlu hep güçsüzler olmuştur.
Güçlülerin haklı güçsüzlerin suçlu olduğu bu dünya da; kadınlar, çocuklar ve gençler hep ezilmektedir.
Hep bir yasa adına; “egemenlerin bekası için” ceza kesilecektir. Hepimiz bu dünya da yaşıyoruz ve unutmayalım ki komşumuzun evinde yanan ateş bize de sıçrayacaktır.
İnsanoğlu doğduğunda suçlu olarak doğmaz. Onu suçlu yapan koşullar asıl suçtur, suçludur.
11. ULUSLARARASI ANKARA TİYATRO FESTİVALİ açılış oyunu olarak oynadığımız oyunumuz sokakta nasıl sesimizi duyurmak istiyorsak öyle gerçekleştirilmiştir. Canımız yanar gibi değil canımız yana yana bağırıyoruz; töre adı altında süren bu cinayetleri durdurmalıyız. Biliyoruz ki bu kapitalist düzenin; ucuz iş gücü ve göç çarpıklığı içinde insanın un ufak edilişinin hikâyesidir, töre cinayetleri.
Ölen her insan, patlayan her mayın, yakılan her köy, beslemektedir töre denen kanlı vahşeti...”

Oyun töre cinayetlerine bir parmak basıyordu. Emmisi tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalan genç kız, inandıramaz ailesini. Aile meclisi karar vermiştir, kız infaz edilecektir. Küçük erkek kardeşe düşer görev ve ailenin önünde gerçekleşir infaz. Kardeşini öldürmek zorunda kalan küçük kardeş merhametine yenik düşer ve bunu fark eden baba ona şiddet uygular. Evden kaçan çocuk şehirde yaşayan emmisinin eline düşer. O artık bir kapkaççıdır. Tiner çekip kapkaç işleri yapar. Paraları emmi toplamaktadır. Bir gün çocuğun getirdiği parayı beğenmez emmi ve hem döver çocuğu hem de tecavüz eder. Böylece şiddet sarmalı egemenlerin, güçlülerin elinde güçsüzlerin üzerinde Demokles’in kılıcı gibi sallanmaktadır.

Anlattığım bu oyunu aynen böyle 2007 yılının Ekim ayında Rakka’da bir tiyatro festivalinde salonda sergiledik. Yanlış okumadınız, Suriye’nin Fırat nehri üzerinde bulunan ve şimdilerde katil sürüsü İŞİD çetelerinin başkenti olan Rakka. Orada her yıl düzenlenen festivale Türkiye’den biz katıldık. Ürdün, Lübnan, Mısır gibi ülkelerden Arapça oyunlarıyla katılan grupların yanında Türkçe bir oyunla katılmıştık. Sözün az olduğu beden diliyle anlattığımız ve onlarında çok aşina oldukları konular olduğu için anlama sorunu yaşanmadı. Festivalin kapanış oyunu olan gösterimizden sonra söyleşi yapıldı. Oyunda genç kıza tecavüz sahnesi gösterilmiyor ama simgesel bedensel dille erkeğe tecavüz gösteriliyordu. Bazı Sanat edebiyat insanları bunu eleştirdiler. Çok rahatsız edici bulduklarını hatta iğrenç bulduklarını belirtiler. Ben ne diyeceğim nasıl derdimi anlatacağım diye düşünürken, dinleyicilerin arasından genç ve Arap güzeli denebilecek bir kadın söz aldı;
“Neden rahatsız oldunuz? Biz kadınlar her gün her saat yaşıyoruz bu gerçeği. Sahnede tecavüze uğrayan bir kadın olsaydı zevkle seyrederdiniz. Ama erkek olunca rahatsız oldunuz, değil mi? Ben arkadaşları sonuna kadar destekliyorum, kolayı değil zoru seçmişler, kadınların yanında ezilenlerin yanında yer almışlar. Siz erkekler içinizde ki şiddet ve tecavüzün meşruluk zeminini sorgulayın bence. Yoksa bu oyunda olduğu gibi daha çok iğrenç gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalırsınız.”
Doğal olarak ben cevap hakkımı kullanmadım çünkü benim yerime o güzel kadın cevabı vermişti.
Ne garip değil mi, erkeğe tecavüz sahnesini iğrenç bulan insanların şehrinde şimdi dünyanın en iğrenç örgütü iktidar kurmuş. Şiddetin ve tecavüzün en iğrençlerini dünyanın gözlerine sokarcasına gerçekleştiriyorlar. Adeta kadınlar, çocuklar, insanları onların zevk sapkınlıklarının aracı olmuş durumda. Yaptıkları bu sapkınlıkları da insanların gözüne sokarcasına kameralarla çekiyor ve dünyaya sosyal medyadan yayıyorlar. Adeta şiddet pornografisine dönüşen bu görüntüler, alışkanlık ve aşinalık sağlıyor insanlarda.

Neye yaradı insanların acıma duygusunu yani merhameti unutmamalarını sağlayabildik mi bilmiyorum ama bugün hala ihtiyaç duyduğumuz bir insani duygu merhamet.



5 Mayıs 2016 Perşembe

mayıs etkinlikleri hareketli bir ay umarım bereketli olur...


6 Mayıs İstek Vakfı Okulları Acıbadem; Çocuklarla Tiyatro Atölyesi- “Birlikte Öğreniyoruz”
7-8 Mayıs Kartal Eğitimsen Eğitimi; Örgütlenmede Drama Yöntemleri
9-15 Mayıs Kartal Eğitimsen 2. Çocuk Kitapları Fuarı; İmza ve Söyleşi
13 Mayıs Kartal Eğitimsen 2. Çocuk Kitapları Fuarı; Drama Atölyesi- “Meselden Masala Masaldan Tiyatroya”
30 Mayıs İzmir Güzelbahçe; “İriş Dede Sultan İriş”
31 Mayıs İzmir Karaburun; “İriş Dede Sultan İriş”
7 Haziran İstanbul Kadıköy; “İriş Dede Sultan İriş”
10 Haziran Muğla Köyceğiz; İnzivaya Çekilme...

11 Nisan 2014 Cuma

KENDİMİ İHBAR EDİYORUM!

11 Nisan 2014/Adana
1988’den bugüne tiyatro yapıyorum.
Her yerde ‘sokağın’ tiyatrosunu yaşatmaya çalıştım. Ezilenlerin, işçi sınıfının taleplerini tiyatronun diliyle salonlarda, sokaklarda ve alanlarda dillendirdim.
Kürt halkına yapılan zulme karşı çıkmak için “Newroz Piroz Be!” dedim.
Alevilerin hakları için “2 Temmuz 1993’te Ateşten Semah” oldum.
Ermeniler’e yapılanları unutturmamak için “Agop” oldum.
Kadın cinayetleri olmasın diye erkek egemen sistemin yıkılmasını istedim.
Talana, yalana, hırsızlara karşı oldum ve onları isim isim deşifre ettim.
Küçük, Ağar demeden katilleri sahnelerden söyledim.
Savaşa karşı oldum, anti militarist oyunlar oynadım.
Diktatörün askerine de siviline de, faşist dedim ve karşı oldum oyunlarımda.
“Nükleere Hayır”, “Hescilere Hestirin Gidin”,  dedim sahneden.
İnsanın ve emeğin en kutsal değer olduğunu anlattım Laz Marks’la.
İşçilerin grevlerini direnişlerini anlattım. Her “1 Mayıs’ta Taksim”e çıkmak istedim, çıktım, çıkacağım.
Gezi Ruhu’nu ve düşünü anlatıyor ve paylaşıyorum şimdilerde. Dünya halkları yoldaş olsun, kendi dilinde, renginde, inancında barış içinde bir ara da yaşasın diye; daha çok GEZİ, daha çok çArşı olalım diyorum.
İsyanlaşmayan insanlaşamaz…
Özgür olmak için GEZİ’leşmek gerekir…
Tiyatro sahnesinde ve sokaklarda bunları söylemeye devam ediyorum…

11 Nisan Ceyhan/ Azerbeycan Parkı saat 19.00 (İsyanın Güncesi)
12 Nisan İskenderun/ Belediye Tiyatro Salonu saat 19.00 (İsyanın Güncesi)
18 Nisan Keşan/ Tiyatro Salonu 19.00 (Laz Marks)
19 Nisan Tekirdağ/ Eğitimsen (söyleşi)
25 Nisan Karaburun/ Börklüce Buluşması
27 Nisan Trabzon/ 1 Mayıs Şenliği (Laz Marks)
1 Mayıs Taksim’deyiz…
Haldun Açıksözlü 
 Canşenliği Oyuncuları
05337375653


5 Kasım 2013 Salı

altındağ1

http://www.youtube.com/v/h56resubtes?version=3&autohide=1&showinfo=1&autohide=1&autoplay=1&feature=share&attribution_tag=ncxM8HqcGFGaXhQge8gx7A

28 Ekim 2013 Pazartesi