16 Eylül 2011 Cuma

DÜŞEN DÜŞLERİM 3



KORKUYORUM ABİ!

Birkaç kadeh içmedim iyi mi oldu, yok karaciğer de büyüme varmış yok sağlığımıza dikkat etmemiz gerekiyormuş, yok arada bir ara vermek iyi gelir diyerek bu akşam hiçbir şey ağzımıza koymadık, iyi mi oldu. Bir uyuyoruz bir uyanıyoruz. Kesintisiz uyku yok, ne severim kesintisiz uykuyu, aynı kesintisiz devrimler, sürekli devrimler gibi mutlu eder insanı…
O da ne? Bir ses mi duydum. Evet, kesin bir ses duydum, hırsız olmasın! Site içinde olsun, devletin polisi askeri bizi koruyamaz, özel güvenliği olsun dedik ama nafile, bak işini bilen hırsız yolunu bulmuş, evin içine girmiş.
Bence, hiç ses etmeyeyim ne bulursa alsın gitsin, canımdan olmak istemem doğrusu. Zaten bu yaşıma gelene kadar çok korkular atlattım. Seksenli yılların başıydı, seks yapmayın AİDS olursunuz dediler, aman çok eşli takılmayın, erir bitersiniz. Hele hele heteroseksüel ilişki dışına hiç çıkmayın dediler. Sonra bu hastalık en çok Afrika yerlilerinde görüldü birde eşcinsellerde. Tam AİDS’den kurtulduk derken, birden OZAN TABAKASI delindi, görmememiz gereken şeyleri gördük, ayıp oldu. Her an nefes alıp vermemizi sağlayan O2 bitecek diye spor yapmaktan vazgeçtik, yusufyusuf ortada dolandık. Bu sırada ülkemize özgü evrensel olmayan bir korku çıktı ortaya, PKK’nin, Kürtlerin ülkemizi bölecekleri korkusu. Milyonlarca kişi bu korkuyla geceleri uykusuz kaldı ama duvarların yıkılışıyla, bütün bir Avrupa paramparça oldu, bölünen bölünene durumu yani. Korkunun ecele bir faydası olmadığını gördük ama biz bölünmedik ve böleceğini düşünen(PKK ve Kürtler); “biz bölmeyeceğiz bir arada demokratik bir ülkede yaşamak istiyoruz” demeye başladılar. Otuz yıllık bir bölünme korkusuyla bugünlere kadar geldik.
Ben böyle derin konulara daldım ama hırsız dizüstü bilgisayarımı almıştır şimdi, çok önemli değil, canımdan daha kıymetli değil ya. İyi de son çalışmalarımı garantiye almamıştım, en iyisi müdahale edeyim…
Ben bu özel güvenliğe sorarım ama. Adamlara bak o kadar para alıyorlar… Hoş onların müdürünü gözüm tutmamıştı zati, hilal gibi bıyıklarıyla eski özel timci olduğu kesin, beni de tanıdı mı ne; “çok konuşmayalım beyler!” diye uyardı elemanlarını, sanki beni ima ediyordu. Bunlar doksanların ortasında yargısız infazları artırmış, köyleri yakıyor ve şehirlerde ev baskınlarında sorgusuz sualsiz devrimcileri katlediyorlardı. O zamanda illegalizmden korkmaya başlamış ve hep birden açık alana geçmiştik. Hepimizin cicili bicili partileri olmuştu. Hoş dergilerde, parti gibi çalışıyordu o günlere kadar. İsimler değişti, tabelalar büyüdü, fena olmadı da devrimciliğin, komünistliğin meşru olduğunu anlatabildik birilerine. Bu arada dünya da ve ülkemiz de büyüyen İslami hareketler hortladı ve yeni bir korku çıktı karşımıza; ŞERİAT. Hoş Uğur Mumcu’nun katlinden sonra ve “2 Temmuz Sivas Devlet Katliamı”ndan sonra mollaları İran’a gönderme çabamızda bu korkunun sonucuydu, pek beceremedik ki mollaların temsilcisi bir parti iktidara geldi. İşte şeriat geliyor diye yine milyonlarca insanımız geceleri uyuyamadı, benim gibi. Neyse ki askerler imdadımıza yetişti ve bizi korkulu rüyalardan kurtardı.
Bu arada ses kesildi, ya adam ne var yoksa götürmüştür ya da buzdolabında ki sarmanın başına oturmuştur. Yanına birde soğuk biralarımdan birini açtıysa, deyme keyfine. Bak o kadar da aklımdan geçti ben yiyim diye, neymiş kilo alırmışız, göbeğimiz 114 santimi geçmiş.
Aman be şu ölümlü dünya da nedir çektiğimiz.
Bir sarsıntımı oldu? Ne yoksa deprem mi oluyor. Birde diyorlar ki depremle yaşamayı öğrenin. Japonlar öğrendi de iyi mi oldu. Başlarına gelen ortada. Ben depremle yaşamak istemiyorum, ırkçılıkla faşizmle yaşamak gibi bir şey. Korkuyorum var mı ötesi. Hatırlarım tam doksanların sonunda başladı bu deprem korkusu. Büyük Marmara depremi hepimiz bir sarstı, yeryüzünü sarstığı gibi. O depremin ardına bekledik büyük İstanbul depremini. Yıkılan ve yerle bir olacak İstanbul’dan sonra, diye birçok senaryo yazıldı. Hatta devrimi bu depreme bağlayanlar oldu da.
Seldi, trafik terörüydü falan derken ölüme şerbetliymişiz ki bugünlere kadar geldik. Ama bu yaşlarda yani kırklı yaşlarda kalp krizi riski varmış çemberi, yani göbek çemberini daraltmamız gerekiyormuş. İyide kardeşim sarmaları sonuçta kaptırdık, hem de yaprak sarması ve ekşili Arap usulü. Ulan Arap usulü dedim de ne olacak bu Arapların işi, bir kalktılar ayağa, oturmaya pek niyetleri yok sanırım. Korkuyorum, bu isyanlar bizim ülkemize de yansırsa, bence iyi olmaz. Yok, aslında bende isyandan yanayımda bu Arapların ki kontrolsüz bir kalkışma. Yok canım hatta tam kontrollü, CİA yönetiyormuş zati. Ben böyle isyanları sevmem, beni korkutur kardeşim. Mısır Tahrir meydanlarında ki halleri neydi öyle, mini etekli kadınlarla, türbanlı kadınlar yan yana isyan ettiler, olmaz öyle şey. İsyan dediğin yukardan aşağı örgütlenip, bir disiplin içinde olmalı. Hatta askeri bir disiplin olmalı, askerlerde olsa iyi olur tabi, o zaman ona isyan değil darbe diyorlar ama fabrikalarda askerler bildiriyi okusa kurtarmaz mıyız?
Bende bu askerlerden korkuyorum da kardeşim onlarsız da olmaz ki. Hazır silahlı güç değerlendirmek lazım diye aklıma geliyor.
Neyse bu arada bizim hırsız ne yaptı sarmaları bitirdi mi? Yok canım tencere çok büyüktü tek başına yiyemez bence. Korkularımız hiç bitmiyor, 11 Eylülle birlikte EL KAİDE, BİN LADİN korkusu ne hale getirmişti bizi. Başta ABD olmak üzere batı dünyası milenyum çağına bir kabusla uyandı. Irak işgali, Afganistan derken bütün bir Ortadoğu savaş alanına çevrildi de korkular hafifledi. BİN LADİN’in geçenlerde naklen öldürülüşünden sonra, batı rahat bir nefes aldı denebilir. Bir şey soracağım gerçekten BİN LADİN öldü mü sizce, benim kafam karışıkta biraz.
Sonraları KÜRESEL ISINMA geyiği başladı, bakın ben bundan hiç korkmadım, ha eve yaptırdığım yedek su deposu mu? O ne olur ne olmaz diye, aslında bende susuz kalma fobisi var. Canım her şeyden de korkan bir adam değilim, misal KUŞ GRİBİ’nde çatır çatır tavuk yedim. Hem de ne zaman, KIRIM KONGLU KENE ülkemizde cirit atarken, ben pikniklerde mangalın başında tavukları götürdüm. Hatta hiç unutmam, bir bir SAHTE RAKI’dan insanlar ölürken, ben rakı içmeye hiç ara vermedim. Hoş bizim rakı garantiliydi. Çünkü boğma rakıydı ve arkadaşımızın annesi yaptığı için sorun yoktu ama olsun korkmadığımı göstermez mi bu.
Durun bir dakika bir şey düştü, büyük bir gürültü oldu, hırsız acemi galiba baksana bir buzdolabını bile açmayı beceremiyor. Gitti güzelim sarmalar.
Sarmaları düşünüyorsun sende, bir tuhafsın. Ya bilgisayar gittiyse? En iyisi bir bakmak, acaba işini bitirip gitmiş midir? Neme lazım ortalık iyice sessizleşsin sonra kalkarım. Hiç ses gelmiyor sanırım gitmiş.
“Baba baba kalk hadi! Bugün sen beni okula götüreceksin!”
O da ne? Gece bitmiş, kızım beni uyandırdığına göre. Ortalıkta hırsızda yok ama ben terlemişim, korkularımızı tekrar ederken, hem de nasıl. Uyanmak gerektiğini kızım hatırlattı bana, korku düşleriyle düşürmeye çalışıyorlar bizleri, tek tek ve hep birlikte.
Uyanmak ve bilmek gerek onların düzenine hizmet eden bütün bu korkularımızı.
Fakirler, açlar niye var? Orta sınıfı korkutmak için.
İşsiz kalma korkusu, işten atılma, kredi kartları, ev taksitleri, açlık korkusu barınma korkusu… Bitmez tükenmez tali korkular.
“Hadi baba uyan artık!” diyor kızım.
Haydi artık uyanalım ve asıl korkmamız gerekenin geleceğimizi belirleyememek olduğunu görelim. Bir arada yaşamayı beceremeyen insanlar olmamızdır asıl korkmamız gereken. Sermayenin her şeyi belirlediği ve insanın meta bile olamadığı, günlerin yakın olması, bizi kokutmalı.
Korkuyu beklemiyoruz artık, korkacak bir şey yok. Alanları dolduran bizler, örgütlü duruşlarımızla geleceğimizi belirliyoruz.
Siper yoldaşlığında, yeni bir sürecin içinde gelecek ellerimizle yükseliyor.
“Hadi baba uyan artık okula geç kalacağım!”
Uyandım kızım korkutamazlar artık bizi, ne KCK operasyonlarıyla, ne sahte ERGENEKON düzmecesiyle ne de DEVRİMCİ KARAGAH operasyonlarıyla. Çünkü bir arada durmanın ayrıcalığını yaşıyoruz.
Emek, özgürlük ve demokrasi için olmazsa olmazımız siper yoldaşlığıdır.
Tamam kızım, şimdi uyandım çünkü bütün korkularımı asıl ben korkuttum bir daha hiç gelemeyecekler…

Hiç yorum yok: