19 Ekim 2011 Çarşamba

temmuz 2009 da yazdığım ve yayınlanmayan yazım...

NE YAPMALI? GİRİŞ

Bazı zaman dilimleri vardır at izinin it izine karıştığı dönemlerdir.

Kimin “solcu” kimin muhafazakâr kimin liberal ve en sonunda da kimin sosyalist olduğu konusunda kafalar tamamen karışmış durumda. Elimizde bir ölçüt olmalı ki konuşulanları ya da konuşanları anlayabilelim. Tabiri caizse elimizde bir üfleme aygıtı olacak, konuşanların hemen üflemelerini isteyeceğiz ve promillerini(solculuklarını) ölçebileceğiz. İşte benim bu yazı dizisinin amacı bu aygıtı oluşturmak. Bu aygıtın ihtiyacı “her dost dosdoğru dost değildir” özlü sözünden çıkmıştır.

Bir bakıyoruz ki ayrılanlar, taraf olanlar ayrılmalarına rağmen, daha çok yol yordam biz de kaldı, diyorlar.

Taraftarlarını çoğaltmaya çalışanlarda kendilerini bu ülkenin her konuda bilirkişisi ilan etmişlerdir. Misal; “solculuğu taksim meydanına çıkmak ve AKP karşıtlığına indirgemişler” diyeceksin. Taksim meydanına çıkmayı küçümseyeceksin ama senin gençlerin, otel odasından pankart sallayacak ve sanki bu ülkede katillerden hesap sorulmasını bir siz istiyormuş gibi davranacaksın.

Militarizme en çok bunlar karşıdır ve sanki ilk kez askerlerin pisliklerini açığa çıkarmışlardır, gibi davranırlar. Yılardır 12 Eylülcüler yargılansın diye mücadele edenler, basın yayın organlarında “Yüksek Ova Çetesi”ni açığa çıkaranlar, Eşref Bitlis’in öldürüldüğünü, Cem Ersever’in katledildiğini, Turgut Özal’ın suikastta uğradığını yazanlar çizenler hiç hatırlanmaz ve bilinmez. Bu liboşlar sayesinde sanki, konular tartışılır oldu. Bu gerçekleri romanlarında yazıp yargılananlar ve ceza alanlar, ne oldu. TSK’ya karşı gerilla olarak savaşanları görmeyeceksin, duymayacaksın sadece ve sadece tarihi kendi “taraf”ından bahsedeceksin.

İşte bunlar gençlerin ve dahi bizlerin kafasını karıştırmaktadır. Bu yazı bir giriş olarak algılanmalı ve politik süreç de ne yapmamız gerektiğini tartışacağız. Üst perdeden ahkam kesen bir dil değil, arayış içerisinde bir bakışla yaklaşacağız konulara. Ama tavrımız mutlaka net olacak. Bütün bu karmaşa önümüze sunulan iki seçenek çıkıyor. Ya A-K-P’nin taşeronluğunda Fettuhülerin şeriatı gelecek ya da askerlerimizin koruması altında laik cumhuriyete devam edeceğiz. Ben toptan yıkalım diyorum, fark etmez hepsini birden yıkalım. Şeriattan kaçarken militarizm kucağına oturmak pek sağlıklı değil çünkü. Bizim askerlerin Kürdistan da yaptıkları ortada, onu göremediniz madem 2 Temmuz Sivas da oteldeki arkadaşlarımızı korumak yerine Alibaba mahallesini ablukaya alıp Alevileri ve devrimcileri tecrit etmelerini hatırlaya bilirsiniz. Hele balık hafızalı değilseniz “12 Eylül”de asılan devrimcileri hatırlaya bilirsiniz. Militarizm militarizmdir, bunun iyisi kötüsü olmaz. Bizim devrimci mücadelemizde askeri yöntemleri kullanıyor olmamız, militarizmi olumlamaz.

Ağustos ayının sıcağında şu yol haritasına ve Kürt meselesine soldan, soldan bir bakalım ve ne yapmamız gerektiğini bir bir tartışalım istiyorum. Öncelikle bu kadar karışıklık içerisinde bizim turnusolumuz yani ölçütümüz ne olacak.

90’lı yıllarda savaşın boyutlarının çok büyük olduğu yani köylerin yakıldığı, o bin operasyonların yapıldığı dönemde biz “yaşasın halkların kardeşliği”, “savaşa hayır” diyorduk. Mahkemelerden mahkemelere koştururken, bazı arkadaşlarımız “siz tiyatrocusunuz, bu işlere karışmasanız olmaz mı, bak hep sorun çıkıyor karşınıza, sanatınızı icra edemiyorsunuz.” Diyorlardı. Bizde onlara cevap veriyorduk Brecht’in sözüyle; “bu kadar kan ve gözyaşını görememek aptallıktır. Bunları görüp de müdahale etmemek hainliktir. Biz ne aptalız ne de hain olabiliriz.” Diye cevap veriyorduk. Yetmiyor bir de; “yirmi otuz yıl sonra diyelim ki Kürt halkı yok edildi. Sana çocukların, torunların sormayacak mı; yanı başında bir halk yok edilirken baba-anne sen ne yaptın?” diyorduk.

Pandora’nun Kutusu;

Bugün gelinen noktada yol haritasıyla ağustos sıcağında yeni bir süreç başlayacak. Adeta “Pandoranun Kutusu” açılacak sendromuna giren bir bekleyişe girdi insanlar. Aman kutudan çıkan ilk şeylerden korkup sonunu beklemezlik etmeseler iyi olur. Ateşkes sürecini TC bu sefer adam gibi değerlendirse iyi olur. Yoksa kan ve gözyaşı dinmeyecek. Bu savaşın sona ermesi iki taraf içinde kaçınılmazdır. Yol haritasında ne çıkacağını bilmiyoruz ama hükümetin verebilecekleri olarak basına yansıyanlar çok komik. Misal köy adları değişecekmiş, merak ettiğim şimdi Kürt köyü olan eskiden Ermeni Köylerinin adları ne olacak. Kürtçe yayın yapan özel TV’lere izin verilecekmiş, üniversitelerde Kürdoloji bölümü açılabilir, falan filan. Yani çok ete dişe dokunur bir şey yok, anlayacağımız.

Ağustos sıcağında Öcalan’ın çizeceği yol haritasından ne çıkacak bilmiyoruz ama Pentagonu pek memnun etmeyeceği kesin. Çünkü zaten ABD, Kürt meselesinde çözümü Barzani ve AKP de görüyordu ki olmadı. Bir referandum sayılabilecek 29 Mart seçimlerinde Kürt Halkı, “önderliği” ve DTP’yi seçti. Seçim sonuçları, “süreci” bugüne taşıdı. Liboşlar başta olmak üzere herkes Öcalan’ın yol haritasını merakla bekliyor. Çünkü herkes kabul etmiştir, çözüm İmralı adasından geçiyor. Liboşları korkutan, kutudan çok şey çıkması. Şimdiden uyarı yazısı yazmaya başladılar bile(misal E. Özkök’ün 18 temmuz da ki yazısı).

Türkiye sosyalist mücadelesinin önünü açacak bir süreç diye, düşünüyorum. Madem bu ara, çokça sınıf ve emek eksenli bir mücadelenin zamanı diyoruz, o zaman Kürt meselesinin çözülmesi hepimize iyi gelecektir.

Bu konuda biz ne gibi bir tavır geliştireceğiz. Turnusol nedir? Sosyalistler, devrimciler ne diyor. Diyebiliriz ki biz ne dersek diyelim, “atı alan Üsküdar’ı geçecek”. Olsun biz yine de eşeğimizi sağlam kazığa bağlayalım ve iki tarafa da en azından biz demiştik deriz. Çünkü şuan politik bir etkinliğimiz olmasa da tarihe şerh düşmekte fayda vardır. Öcalan’ın kutudan ne çıkaracağını bilmiyoruz ama Kürt özgürlük mücadelesinin geldiği bu nokta da; anadilde eğitim, Kürt halkının anayasa da tanınması, savaş mağdurlarının telafisi, tutsaklara özgürlük, 12 Eylül ile başlayan savaş suçlarının ve suçlularının yargılanması ve buna bağlı olarak da yeni anayasanın yazılması gerekmektedir. Bu ve buna benzer taleplerle, 30 yıl süren savaşta mağdur olmuş kadınların, çocukların bir bir yaraları sarılabilir. Savaşın ekonomik yükünü çeken işçilere ne çıkar burada bilmiyoruz ama onların kayıplarının tekrar kazanılması için büyük ve top yek ün bir mücadeleye ihtiyaç vardır. Şimdi biz bunları, bu sistemin daha demokratik ve insandan yana olması dileğiyle önerdik. Bunun olmayacağını hepimizde biliyoruz. Çoğu sosyalist arkadaşımızda Kürtlere buradan bakıyor ve diyor ki, bu sistem de çözüm yoktur. Sosyalizm gelecek dertler bitecek, esprisinde takılıp kalıyorlar. Hem sosyalist olup hem Kürt meselesinde Kürt halkından yana olamayız mı acaba? Yani bizim bugün turnusolumuz ne? Ne yapmalı? Sokaktan hayattan çözümler gerek, sırça köşklerimizden yazdıklarımızın bir ehemmiyeti yok, bugüne hemen şimdiye bir çözüm yani politika yapmak gerekiyor.

Politika sıcaktır, teoriyse soğuk. Nedense biz hep teoriyi seçiyoruz, soğukta kalalım diye. Teoride yanlış yapmak çok mümkün değildir ve ortalama şeyler söyleyebilirsiniz, genel geçer de denebilir buna. Kürt meselesinde mesela, ulusların kendi kaderleri tahin hakkı vardır dersiniz. Ama Kürt halkının kendi kaderini tahin etmesini, içinize sindiremezsiniz. Burada ölçüt politikasızlıktır, belirlemezsen belirlenirsin. O yüzden biz, bir an önce ne yapacağımıza karar vereceğiz.

Gelinen süreci değerlendirirken diyeceğiz ki, artık Kürt özgürlük mücadelesi savaşla kazanacağı noktanın sonundadır, siyasi süreci değerlendirmek zorundadır, işte yol haritası da sanırım son kez bu açılımı dayatacaktır. Sonrasında ne olur, çok bilinmeyenli bir denklem olarak görülüyor. Ama bu mücadele kart, kurttan Kürt Halkı’na gelmiştir ve devletin televizyonun da Kürtçe yayın yapılmaya başlanmıştır. Bunların kazanım olduğunu bilmek ve görmek gerekiyor. Ama nihaiyi sonuç bu mudur? Hayır asla…

Bu sürecin barışa verilmiş son şans olduğunu görmeliyiz ve bu anlamıyla egemenlerin mutlak adım atmalarını sağlamak gerekiyor. Kürtlerin talepleri konusunda artık üç maymunu oynayamayacakları kesindir. Bizler Anadolu halklarının bir arada yaşama bilinciyle kardeşliğinden yana tavır almalıyız. Bu konuda sessiz kalma hakkımızda yoktur. Kürt meselesinde sistem çözüm üretemese de bir ilerleme kaydedeceği kesindir.

Bu çözüm, önderlik ve Kürt Halkı için yeterli olur mu bilinmez ama bizim için yeterli olmayacağı kesindir. Çünkü halkların kardeşliği ancak ve ancak sınıfsız, borsasız, sömürüsüz ve dahi sınırsız bir dünya da mümkündür. Bu şu demek değildir; bugüne, hemen şimdiye çözüme karşıyız ve gereksizdir.

Anadilde eğitim başta olmak üzere Kürt Özgürlük Hareketinin bütün talepleri mücadelenin bir sonucudur ve bu anlamda da gereklidir.

Kürt Halkı özgürleşmeden işçi sınıfı özgürleşemez.

Soldan daha soldan çözümler önümüzü aydınlatıyor!

Haldun AÇIKSÖZLÜ

Hiç yorum yok: